Sana Doğru Yürüyen Gölgem
Yorgun bir akşamın içinden geçiyorum,
Adını taşıyan rüzgâr yüzüme çarpıyor yine.
Bir zamanlar kalbime sığmayan o sıcaklık,
Şimdi göğsümde ağır bir taş gibi dinleniyor sessizce.
Sana doğru yürüyen gölgem bile...
Sana Doğru Yürüyen Gölgem
Yorgun bir akşamın içinden geçiyorum,
Adını taşıyan rüzgâr yüzüme çarpıyor yine.
Bir zamanlar kalbime sığmayan o sıcaklık,
Şimdi göğsümde ağır bir taş gibi dinleniyor sessizce.
Sana doğru yürüyen gölgem bile titriyor artık,
Çünkü senin olduğun yere varınca
Kendi boşluğuyla karşılaşacağını biliyor.
Ben de biliyorum…
Yine de adımlarımı geri dönemeyen bir kader yönetiyor.
Aşkımız, yarım kalmış bir cümlenin içindeki
Eksik kelime gibi duruyor zihnimde.
Söylesem kırılacağım, söylemesem solacağım;
Ve sen, hiçbir şey olmamış gibi
Gözlerimin içine bakmadan geçip gidiyorsun.
Anlıyorum;
Bazı insanlar birbirini çok sever,
Ama zaman, ikisini aynı anda sevmez.
Biz de öyle kaldık işte:
Sen zamana sığdın, ben sana.
Yine de bil;
Ayrılık, seni benden alamadı.
Sadece yanımda duran yerini boşalttı.
Kalbimdeki yerin hâlâ sana ait—
Ve ben, o boşluğu korumaktan hiç vazgeçmedim.
Seni tanımak çok güzeldi
Unutmak hiç kolay olmayacak
Seni hatırladıkça
O ilk günkü heyecan saracak içimi
O göz göze geldiğimiz andaki
Eşi benzeri olmayan bir heyecan
O gözlerindeki parıltı
Onu hiç bir zaman unutmayacağım
Seni tanımak çok güzeldi
Unutmak hiç kolay olmayacak
Seni hatırladıkça
O ilk günkü heyecan saracak içimi
O göz göze geldiğimiz andaki
Eşi benzeri olmayan bir heyecan
O gözlerindeki parıltı
Onu hiç bir zaman unutmayacağım
Sins of the Father, gerçek bir trajediye dayanan ağır temayı duygusal bir aile çatışmasıyla birleştiren, oyunculukları güçlü ama yapım olarak sınırlı bir TV filmi. Etkileyici ve düşündürücü bir hikâye sunuyor; özellikle vicdan, adalet ve geçmişle...
Sins of the Father, gerçek bir trajediye dayanan ağır temayı duygusal bir aile çatışmasıyla birleştiren, oyunculukları güçlü ama yapım olarak sınırlı bir TV filmi. Etkileyici ve düşündürücü bir hikâye sunuyor; özellikle vicdan, adalet ve geçmişle yüzleşme temalarında derinlik yakalıyor. Ancak sinematografi ve dramatik yapı açısından zaman zaman zayıf kalabiliyor. Sonuç olarak, tarihsel ve toplumsal içerikli dramları sevenler için değerli ama sinemasal olarak sınırlı bir yapım.
Ait olduğun yeri ararken ait olmadığın kaç yerde azaldın,
Rüzgâra bıraktığın kaç adım geri döndü sessizce?
Hangi kapılar açılmadı sana, hangi aynalar yüzünü tanımadı?
Ve sen, kaç gölgede eksilip kaç ışıkta fazlalaştın bilinmeden?
Bir yol vardı...
Ait olduğun yeri ararken ait olmadığın kaç yerde azaldın,
Rüzgâra bıraktığın kaç adım geri döndü sessizce?
Hangi kapılar açılmadı sana, hangi aynalar yüzünü tanımadı?
Ve sen, kaç gölgede eksilip kaç ışıkta fazlalaştın bilinmeden?
Bir yol vardı yürüdüğün—
Toprağı kendinden ağır, gölgesi senden uzun…
Her adımda biraz daha soyunuyordu kalbin,
Bir büyüyüp bir küçülüyordu varlığın,
Sığamadığın her yerde biraz daha genişliyordun aslında.
Bir şehir geçiyordu içinden,
Sen fark etmeden; sen olmadan da akıyordu zaman…
Kalabalıkların ortasında yapayalnız bırakan o duygu,
Kendi sesini bile yabancılaştıran o derin boşluk
Omzuna ilişip duruyordu durmadan.
Sonra öğrendin:
Ait olmak bir mekân değil, bir anlama biçimidir.
Kimin gözünde çoğaldığını,
Kimin dilinde sustuğunu,
Kimin yüreğinde tamamlandığını bulmakla ilgilidir.
Ve bir gün,
Koşmaktan yorulduğun bir akşamüstü,
Adını bilmediğin bir sessizlikte durup geriye baktın.
Azaldığın tüm yerler,
Sana aslında kim olmadığını öğreten birer işaretmiş.
Şimdi biliyorsun:
Ait olduğun yer, seni eksiltmeyen yerdir.
Orada nefes bile daha yumuşak,
Zaman daha sabırlı,
Gölgen bile senden kaçmaz.
Ve sen,
Azaldığını sandığın her yerde çoğalmayı öğrendin sonunda…
---
Şiirlerim arasından...
Gece İle Konuşan Mıydı Düşünce?
I.
Gece, göğün derin bir yarığıydı
ve ben o yarığın kenarında
kendi adımı unutan bir yankı gibi duruyordum.
Her sessizlik, başka bir karanlığın kapısıydı
ve kapılar aralandıkça
içimde duran o eski, tozlu...
Gece İle Konuşan Mıydı Düşünce?
I.
Gece, göğün derin bir yarığıydı
ve ben o yarığın kenarında
kendi adımı unutan bir yankı gibi duruyordum.
Her sessizlik, başka bir karanlığın kapısıydı
ve kapılar aralandıkça
içimde duran o eski, tozlu düşünce
bir kuş kanadı gibi titriyordu.
Bir anlığına, zamanın kendini dinlediğini duydum.
Kendi göğsünde atan nabzını ölçüyor gibiydi.
Zamanın gölgesine dokundum:
Soğuktu.
Belki de geçmişin dokunamadığım bir yerinde
hala üşüyordum ben.
II.
Bir düşünce çıktı yoluma —
ne bana aitti ne de evrene.
Kimsesiz bir çocuk gibi titriyordu:
"Anlam, susmanın uzun bir kıyısıdır."
O an sesimin neden bu kadar ağır olduğunu anladım.
Konuşmak, düşüncenin kanatlarını kesmek gibiydi
ve ben çok kez kestim kendimi.
Gökyüzü, mavi olmaktan sıkılmıştı o gece.
Karanlık, kendi rengini unutmuştu.
Geriye sadece bir boşluk kalmıştı:
hiçliğin kalbine konan küçük bir soluk.
O soluk benimdi.
Belki de varlık dediğimiz şey,
hiçliğin bizi kısa bir anlığına giymesiydi.
III.
Yoluma taşlar döküldü,
her biri bir soru işareti gibi eğri büğrüydü.
Kimi “nereden?” dedi;
kimi “kime?”
ben ise hepsini yanlış anlayarak yürüdüm.
Yanlış anlamak bazen korunaktır,
çünkü doğrular insanı çıplak bırakır
soğuk bir hakikatin ortasında.
Bir kayanın gölgesine oturdum.
Gölge konuştu:
"İnsan, düşerken büyür."
Sonra ekledi:
"Çünkü gökyüzü, yüksekte duranların değil,
düşmekten vazgeçmeyenlerin hatırına açılır."
O an anladım ki
varlık bir merdivendi
ama basamakları insan indikçe çoğalıyordu.
IV.
Bir nehir akıyordu uzakta.
Suyun sesi yoktu;
çünkü bazı akışlar sessizlikten yapılır.
Ben nehre bir soru attım:
“Ben kimim?”
Nehir, dalgalarına kıyamayıp
sorumu ikiye bölerek geri verdi:
"Sen kimsin?"
İki kelime, iki uçurum.
Cevap veremedim.
Kendini bilmek, kendinden geçmekti belki de.
Bir ayna buldum sonra —
çatlak, yorgun, bana benzeyen.
Kendime baktım ama
gördüğüm kişi beni göremiyordu.
Ayna dedi ki:
“İnsan kendini tanırsa, kırılır.”
Ve ben, kırılmaktan korkmadığımı fark ettim
ama tamamen görünmekten korkuyordum.
V.
Gökyüzünden bir yıldız koptu.
Çok uzaktı ama sesi yakındı:
hüzünlü, ince bir bıçak gibi.
"Her düşüş bir çağrıdır," dedi yıldız.
"Her parlayış bir vedadır."
Ben de ona sordum:
“Neden düştün?”
"Dokunulmak istedim,” dedi.
“Parlamak, çok yalnız bir eylemdir.”
Ve o anda öğrendim:
Yalnızlık gökte doğar,
yeryüzünde sadece büyür.
VI.
Sabahın ilk çizgisi, ufukta ince bir yara gibi açıldığında
gecenin bütün sözleri
birer birer omuzlarımdan yere düştü.
Her biri ağırdı, taş kadar ağır.
Birini elime aldım:
üzerinde şunlar yazıyordu:
"Gerçek, insanın taşıyamadığı ağırlığın adıdır."
Sonra yavaşça yürümeye başladım.
Her adımda evren küçülüyor,
ben büyüyordum.
Ve anladım ki
büyümek, dünyayı değil
kendi sınırlarını aşmaktır.
VII.
Sonunda bir rüzgar dokundu yüzüme.
Ne soğuktu ne sıcak,
yalnızca yakıcıydı.
Rüzgar dedi ki:
“İnsan, aradığı hakikati bulmaz;
hakikat, hazır olanı bulur.”
O an durdum.
Hazır mıydım bilmiyordum.
Belki hiçbir zaman olmayacaktım.
Ama yürümek, bilmemekle başlıyordu.
Ve ben bir adıma daha güç verdim.
VIII.
Güneş doğduğunda
ben hala gecenin içindeydim.
Çünkü insan
ışığa her zaman geç ulaşır.
Güneş içime baktı,
ben ona bakamadım.
Ama bir ses bıraktı ardında:
“İçindeki karanlıktan utanç duyma;
ışığın yolu hep oradan geçer.”
Ve ben,
kendi gölgemin elinden tutarak
bir kez daha yeryüzüne indim.
Artık biliyordum:
Varlık bir cümle değil,
bitmeyen bir arayıştı.
Ve insan, kendi sorularıyla yürüyen
uzun bir sessizlikti.
Geçen sene canım sıkkın iken yazdığım, kapağının üstünde Latince yazıların yazdığı defterimden...