Santi’yi ilk kitaptan beri çok sevdim. Kendini yüzündeki iz nedeniyle bir “canavar” olarak görüp bedenini dövmelerle kapatması, her birine başka bir nefret yüklemesi… Duygularındaki değişimi kendisi bile kabullenmekte zorlanıyor; çünkü kendi...
Santi’yi ilk kitaptan beri çok sevdim. Kendini yüzündeki iz nedeniyle bir “canavar” olarak görüp bedenini dövmelerle kapatması, her birine başka bir nefret yüklemesi… Duygularındaki değişimi kendisi bile kabullenmekte zorlanıyor; çünkü kendi gözünde hep bir canavar. Oysa gerçek canavarın kim olduğunu bu kitapla birlikte çok net gördük. Serinin bitmiş olması bile içimde bir boşluk bıraktı. Karakterlerin yaşadığı yük öyle ağır, öyle yorucuydu ki; özellikle Santi ile beraber ben de o girdaplara sürüklendim. Ivy ise yine bildiğimiz gibi: inatçı, düşüncesiz ama bir o kadar da sevilesi. Buna karşın 13 yaşındaki kardeşi Eva’nın olgunluğu çok daha başka bir yerde duruyor. Kitapta en sevdiğim detaylardan biri de Eva ile ilgili olanlardı. Santi’nin, cemiyetin onayıyla Eva’nın velayetini alması beni gerçekten etkiledi. Mercedes’e ise hâlâ tam olarak güvenemiyorum; onda net bir görümce enerjisi var—hem sevimsiz hem belirsiz. Ivy’nin babası Eli’ye bu kitapta üzüldüm. Santi’yi en başından beri kendi oğlu gibi görmüş. Gerçekler ortaya döküldüğünde her şey çok farklı olabilirmiş; yine de Santi’nin yargısız infaza kalkışmaması gerçek bir karakter göstergesiydi. Ama kabul edelim, ilk kitaptaki Santi olsaydı acımadan işkence ede ede öldürürdü. Collette ve Jackson’a da ikinci kitaptan beri ayrı bir sempatim var. Hep bir ikilemde bıraksalar da Jackson sayesinde Ivy’nin aklanması ve Santi’yle tekrar bir araya gelmesi kritik bir olaydı. Bu kitapta da rollerinin önemini daha iyi anladık. Abel… Onu anlamaya çalıştım ama gereksiz bir yarışa girip sonunda ne olduğunu kendi gözlerimizle gördük.

Yorumlar (0)
Yorum yapmak için giriş yapın
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!